Günümüz sporu öyle bir hal aldı ki, kişi ve toplumları spor aracılığıyla istediğiniz şekilde yön vermeniz mümkün. Bunun için yol ve yöntem bilmek gerek. Bildiklerimizin üzerine yeni bilgileri ilave etmemiz gerekiyor. Bu etkileşimi bedensel veya ruhsal, sosyolojik veya ekonomik yönünden söz edebilirsiniz. Geçmiş ve günümüzde bunun bariz örnekleri oldukça fazla. Spor yapan kişinin hayatına yansıyacak en önemli etkileşim, spor yapma konusunda alınan doğru karar, yaptığı aktivitenin devamlılığını sağlamak. Devamında ise olumlu veya olumsuz yansımalarını gözlemlemek mümkün. Spora yön veren, söz sahibi kişi veya kişiler bu etkileşim üzerinde belirleyici olmaktadır. Toplumun yararı için yola çıkar, plan ve programlı bir şekilde çalışmaları sürdürürseniz, sadece sağlıklı ve zinde bir akıl ve bedene sahip olmakla sınırlı kalmaz, diğer bireyler üzerinde de örnek gösterilecek etkileşime neden olursunuz…
SPORDA ÖLÇÜ KUR’AN VE SÜNNET
Elbette, herkes spor yapacak diye bir kural yoktur. Yapılması da insan için faydalı ve yararlı ise bu uyguma insanın yaşamına sokulmalıdır. Bu uygulamanın en önemli şartlarından birisi Kur’an ve Sünnet’e uygunluğu. Spora ayrılacak vakitten kıyafete, eğitmeninden sporun yapıldığı ortama kadar İslam Kültürüyle uyumlu, Müslümanlığın gerekliliğiyle bağdaşız olması önem taşımakta. Bu hassasiyetleri dillendirmemizdeki temel gaye, insanın dünyada erişmek istediği huzur ve refahı için, ebedi ahiret hayatını heba etmemesi. Bunun da olmazsa olmaz ölçüsü İslam’ın emirlerine uygun hareket etmekten geçiyor. Hz. Peygamber (asm.)’in, “Her doğan, İslâm fıtratı üzerine doğar. Sonra, anne-babası onu Hristiyan, Yahudi veya Mecusi yapar.” (Buhârî). Peygamberimizin buyurduğu üzere yemek içmekten tutun da, yaptığımız spor aktivitesine kadar, hayatımızı etki altında tutan her türlü faaliyetin ölçüsü İslam olmalıdır. Bunda da belirleyici olan Kur’an-ı Kerim ve Peygamber Efendimizin örnek yaşantısıdır. Dünya hevesleri için ahiret hayatını kaybettikten sonra, nefes alıp verdiğimiz süreye bağlı, geçici heveslerin ne önemi olabilir ki…
ÖRNEK HAYATLAR TOPLUMA ANLATILMALI
İnsanın sağlıklı ve zinde olması, hayatını kolaylaştıracak, bu kazanımı ise Müslüman kimliğinden taviz vermeden yerine getiriyorsa ne mutlu. “Her insanın bir yeteneği vardır ve bu yeteneği keşfetmek eğitmenlerin görevidir” sözümüzün arkasındayız. Başarıya giden yol, erken eğitimle başlıyor ise, çocuklarımızı teslim ettiğimiz eğitmenlerin nasıl bir karakter yapısına sahip oldukları, bizim önem taşımalı. Bu hassas konu üzerinde titizlikle durulmalıdır. Sporcu başarısına gelince. Bugün özel gereksinimli (engelli) bireylerin elde ettiği sportif başarılara baktığımızda, her biri küçük dokunuşların neticesinde, imkânsız gibi gözüken başarılara erişiyorlar. 2024 Paris Paralimpik Oyunlar bunun en son örneği. Başarıların bazıları ‘film’, ‘dizi’, ‘belgesel’ olabilecek bir süreci yansıtıyor. Az önce önemine vurgu yaptığımız gibi, bu süreç Kur’an ve Sünnet’e uygun ise, bu örnek hayatları, toplumun ilgi alnına sokmalı ve yaşanan o süreci her kesime görsel veya yazılı şekilde anlatılmalı. Şanlı bir tarihe sahibiz, hayatları örnek olabilecek sporcularımız varlığından söz ediyorsak, bu sadece sözde kalmamalı. Sözden öteye geçmeyi başarırsak, işte o vakit geleceği bugünden yön vermiş oluruz. Tüm bunları dillendirirken, Rahmet-i Rahmana kavuşan iki büyüğümüz, Gazetemiz Yeni Akit’in yazarlarından Hasan Karakaya’nın Yavuz Bahadıroğlu’nun (Allah onlarda razı olsun) yazısından alıntı yaptığım 2013 Mart ayında ki bilgiyi paylaşmak istiyorum. Yaptığımız ve yapacağımız her türlü çalışma Allah (cc) rızasını kazanmaya vesile olsun inşallah.
ÇANAKKALE “BEN” GİDENLERİN “BİZ” OLARAK DÖNDÜĞÜ YER!
Yazarımız Yavuz Bahadıroğlu’nun, merhum Turgut Özal ile bir Japon heyeti arasında geçen görüşmeyi anlattığı bir yazısı vardı… 8 Ağustos 2005 tarihli yazının özeti şöyleydi: “Rivayet o ki, rahmetli Turgut Özal’ın Başbakanlık döneminde Türkiye’ye Japonya’dan bir eğitim heyeti gelmiş. Heyet, Türkiye’de incelemelerde bulunduktan sonra, Türk heyetiyle bir toplantı yapmışlar… Bir ara söz çocuklarda “millî şuur” oluşturmaya gelince, Japon heyetin başı bunu nasıl başardıklarını anlatmış. Demiş ki:
Çocuklarımız ilkokul çağına bile gelmeden bazı ‘şok testler’ uyguluyoruz. Mesela uçak hızında giden trenlere bindiriyoruz. Çok katlı yollardan geçiriyoruz. İleri teknoloji üreten tesisleri gezdiriyoruz. Gördükleri gelişmişlik karşısında çocuklarımız şok oluyorlar. İlk şoktan sonra onları Hiroşima’ya götürüyoruz. Dehşeti gözleriyle görüp yaşıyorlar. Bomba atıldığından beri hiçbir bitkinin yetişmediği alanları geziyorlar…
Ondan sonra alıyoruz karşımıza, ‘Eğer siz yeteri kadar çalışmaz, diğer devletleri geçmezseniz, vatanınız işte böyle bombalanır, anneniz babanız böyle öldürülür. Toprağınızda bir çiçek bile yetişmez olur’ diyoruz. Bizim yetkililer; ‘İyi ama bizim Hiroşima’mız, Nagazaki’miz yok ki’ deyince, Japonlar şöyle konuşmuşlar:
Ama Çanakkale’niz var! Çanakkale, bizimkilerden çok daha çarpıcı bir örnek. O bölge çocuklarınıza ve gençlerinize millî şuur ulaştırmak için tam bir laboratuvar. Öğrencileri kafileler halinde Çanakkale’ye götürüp gezdirin ve ikiyüz elli bin şehidinizin hikâyesini anlatın. Yeterince çalışmazlarsa, başlarına bugün de benzer şeylerin gelebileceğini söyleyin.”
“Evet, Japonlar “formül”ü bulmuşlardı… “Hiroşima ve Nagazaki’yi yeniden yaşamak istemiyorsanız, ilerlemeye devam edin!” diyorlardı çocuklarına… Aynı “formül”ü bize de tavsiye ediyorlardı: “Sizin de Çanakkale’niz var!” Evet, “Çanakkale”miz var!.. “Geçilmez” dedirttiğimiz Çanakkale’miz!..Rahmetle andığımız “şehit”lerimiz var!.. Ve elleri öpülesi “gazi”lerimiz!.. Acaba bu “şehit” ve “gazi”lerimiz olmasaydı, “Türkiye” olur muydu?.. Bugünkü “Türkiye”yi onlara borçluyuz!.. Allah, onlardan razı olsun…”